
Akdeniz Heykeli 1980 Levent/İstanbul
Anıtkabir’in doğu kanadındaki kabartmalardan İsveç Parlemontosu’nu süsleyen heykele kadar dünyanın dört bir köşesinde heykelleri olan dünyaca ünlü sanatçımızın İstanbul’daki Akdeniz Heykeli bir grup barbar tarafından tahrip edilmiş. Heykel fakiri olan güzel ülkem bu barbarlığa çok mu şaşırdı? Kızdı mı? Sanatçımızı ve eserini sahiplendi mi?
Bu ülkede sanatçı ve bilim adamına her dönem özellikle de askeri ve sivil dikta dönemlerinde kötü davranıldı. Ancak bu açıyı iliklerine kadar hissetmiş olan sanatçılar hiç kuşkusuz heykeltıraşlardı. Bizans’a kadar tarihte en fazla heykel üretilen bu topraklarda heykeltıraşlara yapılan bu akıl alamaz uygulamanın elbette pek çok nedenleri vardır.
Hemşerimiz İlhan Koman (1921-1986), darbe dönemlerinde sıkıntıları iliklerine kadar hissetmiş olmalı ki çok sevdiği bu ülkesini terk etmişti. Çok çok uzaklarda ülkesine büyük özlem duysa da sanatını anlayan insanlar arasında yaşamayı tercih etmişti. Ancak ülke özlemini her an çekiyor olmalıydı. Çünkü darbeler döneminde İsveç’i tercih eden Türk mültecilerin uğrak yeri sorunları çözüm adresi Drottningholm’daki gemiydi. 20 yılı aşkın süre sürgün hayatı yaşadığı İsveç’te, eşi ve 4 çocuğu ile tekne ve içinde hamakların olduğu mütevazi yaşantısında ne çok Türk aydını geçmişti.
Stockholm’de ‘Hulda’ adlı bir Viking gemisinde yaşayan sanatçının son derece ilginç bir yaşam öyküsü var. Hurda bir gemiyi alıp onu konuta dönüştüren, bembeyaz sakalı derviş görünümlü bu yakışıklı hemşerimiz Dünya da dönemin en önemli heykeltıraşlarından biriydi. İsveç Güzel Sanatlar Akademisi’nde hocalık yapmıştı.
Çelik levhaları eğip bükerek onlara anlam veren bu büyük usta Türkiye’den gelen aydınlara kucak açmıştı. Ülkesinde siyasi nedenlerle suçlanan usta, orada da ne yazık ki sarışın kafalı İsveçlilere göre her zaman ‘karakafa’ olarak ayrım yapılıyordu.
Bu kara kafadan yeni yapılan İsveç parlamento binasına asılmak üzere İsveç Kraliyet armasının bir rölyefini istemişler, o da muhteşem bir heykel yapmıştı. Ancak bu heykelin altına bunu kara kafa yaptı diye yazı yazmaktan da kendini alamamıştır. Bu ibarenin hep orada kalacağını ancak bu heykeli oradan sökerlerse göreceğini söylecek kadar muzip bir insandı.
Aralık 1986’da çok sevdiği ülkesinden çok uzaklarda gözlerini kapattı. Vasiyeti üzerine külleri havaya savrularak ölümüyle bile hacime dair bir mesaj vermek istemişti. Bu dünyada bir mezar taşı yoktu, ama dünyanın pek çok önemli yerinde heykel dikmeyi tercih etmiş bunu için bedeller ödemiş bir gerçek bir evliyaydı.
14 yıldır dünya çapında ün yapmış ‘Koman Formu’ olarak ansiklopedilerde yerini almış bir sanatçının doğduğu topraklarda yaşıyorum. Herhangi bir Batı Avrupa ülkesinin bir kentinde doğmuş olsaydı, ona dair ne çok müze, eser, replika, poster hemşerilerine sunulurdu.
Kanımca, Edirne’de dünyaca ünlü bir sanatçısını hatırlatan tek bir eser yoksa bu kenti şimdiye kadar yönetenlerin, hatta kentte bütün söz sahibi olan yöneticilerin utancıdır. Ancak Rahmetli Vali Fahri Yücel, evini restore ederek müze haline getirmesine karşın -o da daha sonra ne yazık ki başka bir amaç için kullanılmaya başlanmıştır- dünyaca ünlü bu sanatçı için Edirne’de hiçbir şey yapılmamıştır. Hatta ne yazık ki doğduğu kentinde adını bile bilen, tanıyan yok gibi…
Türkiye’den gelen aydınlara, sanatçılara ‘Hoş geldin yahu Evliya’ diye karşıladığını duyduğumuz bu büyük sanatçıya, neden yıllar sonra olsa bile ona layık bir müze kurarak, bu kez hemşehirlileri olan bizler ‘Küllerinle de Olsa Memleketine Hoş geldin Evliya’ demeyelim! Eserlerinin belki replikasını kentin ana arterlerine yerleştirmeyelim! Kalıcı veya en azından uzun soluklu bir sergi açmayalım! Picasso’nun eserlerini getirenlere kendinden bir sanatçısını evinde ağırlamak, hem şehirlileriyle bu gururu paylaşmak bu kadar mı zor!