Konu olarak KÖKENİMİZ'İ seçmiştik; “Türkiyeli olarak” diye de sınırlama yapmıştık. Başlangıçta da “Başkaları ne diyor?”a yanıt üç kaynaktan alıntılar yapmıştık. (1. Sözcüğün İmparatorlukları-N. Ostler, 2. Türklerin Tarihi-İlber Ortaylı, 3. Türklerin Tarihi-J.P. Roux)
Bu üç kaynaktan çıkan sonuç: İster MÖ 2-3 bin yılda başlatalım, ister MÖ 400 veya 200 de Türk diye adlandırabileceğimiz topluluklar Çin'in kuzeyinde yerleşik düzene geçememiş, uygarlık kuramamış barbar topluluklar. İlk yazılı kaynakları 732 de Orhun Yazıtları. Anadolu'ya saldırıp yerleşmeleri ise 1071 sonrası. Anadolu'nun asıl yerlileri ise (öncesi pek bilinmeyen) Sümerler, Hititler, Atiler, Doğu Helenleri.
Farklı üç araştırmacı: Kazım Mirşan, Haluk Tarcan, Selahi Diker'in ulaştığı sonuçlar ise bambaşka.
1. Bu yazımızda Haluk Tarcan'ın Ön-Türk Tarihi'nin önsözünü aynen verelim.
“Bu kitabın kan ve ırkla hiçbir ilgisi yoktur. Bu kitap his, düşünce ve dili görselleştiren yazıyı esas alır. Bu kitap içinde bulunduğumuz yıllarda süregelen milliyetçilik akımların tamamen dışındadır. Başka türlü olunmasına da imkân yoktur; çünkü bu konuda gerekli alıştırmalara 1962 yılında başlanmış, o yıl tespit edilmiş olan sistem ve programla 1992 yılına kadar gelinmiştir. Bu kitap yazı ve onun içeriği olan dil ve düşünceyi inceleme dışında bir itiraz hatta bir isyanın ifadesidir. Şu nedenledir ki;
Zaman ve mekânda tarih ve kültür yönünden büyük haksızlığa uğramış belki de uğratılmış bir halk kitlesi vardır. Bu halk kitlesi, bilgi, kültür, uygarlık, tarih ve daha da ileri gidilerek insanlık dışına itilmiştir.
Bu halk, bu kitle Orta Asya, Anadolu, Balkanlar ve Avrasya'da yoğun olarak bulunan Türk kitlesidir.
Zamanın karanlıklarından yola çıkmış olan binlerce yıllık tarihi budanmış, yok edilmiş ona, sen gözünü Orta Asya çöllerinde açtın bu çöllerde göçebe olarak sürüklendin, koyun çobanısın seviyen budur denmiştir denilebilir ama bunu diyenlere karşı ilgili kuruluş ve kişilerden hiçbir ses yükselmemiş itham ve iddialar bir kerecik olsun bilimsel şüphe süzgecinden geçirilmemiştir ve bu eziklik ve tevekkül içinde 1970 yılına gelinmiştir.
İşte bu yıl 350 yazılı belge okunmuş ve transkripsiyonları yapılmış 350 Ön-Türkçe yazıtla bu yıla kadar bilinmeyen Kazım Mirşan adlı bir araştırmacımız büyük bir Ön-Türk uygarlığının varlığını ortaya çıkarmıştır. Bu büyük bir uygarlıktır çünkü ön-atalarımız:
Yazıyı bulmuşlar, yazıyı bulacak seviyede soyutlama yapabilen ileri seviyedeki düşünce yetenekleriyle tek tanrı kavramına varmışlar tarihte ilk siyasal kuruluşları gerçekleştirmişlerdir.
Bu kitap 1970'te 350; 1996'da sayısı 380'e yükselmiş olan Ön-Türkçe yazıtları
Yazı ve yazıt şekilleri, içerikleri, bu içeriklerin ortaya koymuş oldukları kültürel değerleri inceler, onların analizini yapar, zaman ve mekânda gelişmelerini, yayılmalarını, yayıldıkları yerleri tespit eder, dip kültürlerdeki yerini arar.
Bu büyük uygarlık sahibi Ön-Türk kişileri zaman ve mekânda çok geniş bir sahaya yayıldıkları ve bu sahada her tür kan ve ırkla karşılaştıkları için bu kitap antropoloji yani kafatasçılığı bu büyük uygarlığı incelemekte asla bir ölçü olarak düşünemez.
Bu nedenledir ki bizim için ve kitap için esas kafanın dışı değil içi, düşünce, bilgi, kültür, dil ve onu görselleştiren yazıdır. Kitabımız bu esasa göre kaleme alınmıştır.”
Sağlıcakla,