“Anafartalar'da kanlı taarruzlar durmuş, düşman taraflar tamamıyla siper muharebelerinden başka bir faaliyet göstermiyorlardı…..
Bir taraftan düşmana esir vermemeye son derece dikkat ve itina ediyor; diğer taraftan uzun süren muharebelerin doğal olarak yarattığı intikam alma hissine düşkün olan erlerimiz, esir tutmuyorlardı. Bu yüzden karşı taraf vaziyeti kumandanımın arzusuna göre göremiyordu.
Erkânıharp heyetimizin harekât şubesi, düşmanın eski ordu durumunu cephe istihbaratsızlığından hakikate yaklaştıramıyordu.
Zaman zaman düşmanın bol cephaneli ve sürekli topçu ateş baskınları, karaya indirilmiş toplarının mevcudundan büyük değişikliği göstermiyordu.
Piyade ateş baskınlarımız, düşman piyadelerini yoklarken hiçbir değişimin yapılmasına karar verdiremeyecek kadar eski yoğunluğunu koruyordu.
O büyük askerin dâhice hisleri düşmanın çekildiği merkezinde toplanıyordu.
Bu manalı ve yerinde olan duygu, Anafartalar grubu kıtalarına efradın intikamını hafifletecek ve hakiki düşman vaziyetinin açığa çıkmasını temin maksadıyla “sağ esir, makinalı tüfek, tüfek getireceklere altın para da dahil ayrı ayrı kıymette takdir olunacak mükâfatlar verileceği” anlamındaki emrini yaratmıştı…..
Çıkarılan keşif kolumuzun onbaşısı kısa boylu, zayıf ve nahif Musa. Yanına güçlü kuvvetli iki er almış. Düşman siperleriyle siperlerimiz arasında 44 metreyi geçmeyen mesafeyi Musa Onbaşı ve arkadaşları ağır dinlenmelerle ve yere yapışık bir sürüklenme ile düşman siperlerine yaklaşırken zifiri karanlıktan göremedikleri ve aynı derin sessizlikle kendilerine doğru ilerlediklerini hissedemedikleri bir düşman keşif koluna toslayacak kadar yaklaşmışlar. Tüfek kullanmadan her iki düşman erini tutmak istediklerinden daha geride bulunan düşman eri kaçmayı başarmış.
Musa Onbaşı; Türk asabiyetinin bütün hızıyla düşman keşif kumandanının elmacığına sarılmış, fakat Musa'nın birkaç misli boy ve cüssede olan boksör Avustralyalı, Musa'yı yumruklamaya koyulmuş. Musa'nın yüzü gözü şiştiği halde düşmanının yumruk darbelerini yedikçe çelik bileğinin keneti olan parmaklarını yalnız avının gırtlağında sıkıştırmış ve arkadaşlarına “Aman ayaklarımdan sağlam tutun. Ve beni bizim siperlere doğru çekin.” emrini tekrar etmiş durmuş.
…..
Büyük huzuruna sunulan bu rapor ve açıklama kumandanımı da memnun etti.
[…..] İnsan gücünün ötesinde görülen bu saldırının kahramanı onbaşı Musa'yı esirle birlikte görmek istedi.
. . . . .
“Aferin Onbaşı! Bu kocaman adamı nasıl sürükleyebildin?”
Musa Onbaşı Türklüğe has alçakgönüllülüğüyle kumandanının gözlerinin içine kalbini fırlatacak gibi baktı ve kızararak:
“Efendim karanlıkta karşı karşıya geldik. Sağ adam istemişin. Tüfek kullanmadan bir sarmaş dolaş olduk. Ben onun imiğine yapıştım. O beni boyuna yumrukladı fakat elimden kurtulamadı.
Arkadaşlarım ayaklarımdan çektiler. Ben de onu boğazından çektim. Siperimize kadar böyle sağ getirdim.”
Kumandanım boksör esire dönerek, “Nerelisin?” dedi.
Esir boksör, “Avustralyalıyım” cevabını verdi.
Kumandanım, “Avusturalya neresi, Türkiye neresi? Silahla memleketimize niye geldin? Bizimle ne alıp vereceğin var? Ve muharebe insani bir şey mi, insanlık için iyi mi?” sorularını sordular.
Esir boksör bu sorular karşısında kızardı. Yalnızca, “Ben sportmenim. Muharebe de bir spordur. Onun için asker yazıldım” diyebildi. Diğer sorulara cevap vermemişti.
Kumandanım bu cevap üzerine gülerek, “Bizim Musa'nın sporunu nasıl buldun?” buyurdular.
Musa Onbaşı'yı tepesinden gören boksör askerliğini unutarak kasketini çıkardı: “Bu Türk askerini hürmetle selamlarım.” dedikten sonra, “aralıksız bütün yumruklamama rağmen elinden gırtlağımı kurtaramadım. Bileğinin kuvvetine hayranım. Bana nazaran sıkletçe pek hafif olan bu er siperlerinize kadar beni sürükledi, getirdi.”
cümlelerini söylerken gözleri yaşarmıştı.”
- Atatürk'ün yaveri Cevat Abbas Gürer Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 yıl.
Sağlıcakla,