Kürklü montunun altındaki simsiyah takımlarını siyah gömlek, kravat ve ayakkabılarla tamamlamıştı Edirneli! Geriye doğru taradığı jöleli saçları, damat traşı, yana doğru açılmış kolları, dimdik yürüyüşüyle "buraların ağası benim!" edasıyla dolaşıyordu New York sokaklarında. Bastığı yeri titreterek yavaş ve kendinden emin adımlarla gidiyordu manitasıyla buluşacağı tango gecesine, etrafına caka satarak.
Bir süre yürüdükten sonra gideceği mekanın dış kapısına ulaşmış, üst kata çıkmak için asansöre doğru yönelmişti. Daha asansör gelmeden orada hali hazırda bekleyen kişiden "Çok şıksın. Yalnız mısın?" sorusuyla ilk darbeyi yiyen 'masum Trakyalı', "acaba nasıl bir tarikata denk geldim?" sorusu eşliğinde kabine doğru adımını atmıştı. Göz göze gelmemek için asansörü en ince detayına kadar incelemiş, gideceği kata geldiklerinde derin bir oh çekmişti, kalabalığın içinde kendini daha güvende hissedeceğini düşünerek. Velhasıl, bilmiyordu ki mekanda geçireceği sadece beş dakikalık süre, ona saatler gibi hissettirecekti kendini.
Asansör kapısının hemen önündeki resepsiyonda çalışan hanımlarla göz göze geldiğinde kendisinin "tavadan yeni çıkmış Edirne ciğeri" edasıyla izlendiğinin farkına varınca bozuntuya vermemiş, efendi bir şekilde giriş biletini almıştı. Montunu vestiyere bıraktıktan sonra simsiyah kıyafetiyle Matrix filminden çıkmış gibi görünüyordu. Resepsiyonun hemen yanında bulunan kapıdan içeri girdiğinde salonda tango yapan çiftleri görebiliyordu.
Salona girdiği gibi önünde dans eden ilk çiftin uyumu bozulmuştu. Erkek dans için adımını atmaya çalışırken kadın bakakalmış, adımını gerektiği gibi atamadığı için çiftin ayakları birbirine takılmıştı. Bu durumu fark edip tam da "iyi dansçılar bile hata yapar" diye düşünecekken, ikinci çiftin dişisinin de bakakaldığını fark eden Edirneli, "hemen kendime kuytu bir köşe bulmalıyım" diyerek ilerde, iki erkeğin oturduğu sandalyelere doğru yöneldi.
Sandalyelerin bulunduğu "güvenli bölgeye" doğru hareket ederken salonun farklı açılarından takip edildiğini anladığı için ayakta durmak yerine oturmayı tercih etti. Gel gör ki sandalyeye oturduğu gibi orada bulunan iki erkek ayağa kalkıp gidince kendini yeniden savunmasız hissetmeye başladı. Yapacak tek bir şey vardı; kendisini fazla belli etmeden salon içinde manitasını bulmak için uğraşacaktı. Çok da fazla ilgi çekmemeye çalışırken, korku filmlerinde aniden ortaya çıkan hayaletler gibi yanına oturan mavi elbiseli, uzun siyah saçlı kadın ona yalnız olup olmadığını sordu. Soruyu, kibarca gülümseyerek geçiştirip resepsiyonda bıraktığı montuna doğru yürümeye başladı. Artık bu ortamda daha fazla duramazdı.
Montunu almak için gittiği resepsiyonda bulunan ve oraya sonradan gelen mini etekli sarışın kadın gözlerinin içi gülerek, "Sen buralarda yenisin" deyince ağzından çıkan "haklısınız hanımefendi" ifadesiyle zihninden geçen "evet, ben buralara yeni düştüm" fikrini gizlemeye çalıştı başarısız bir şekilde. Bunu hisseden sarışının daha dikkat kesilip gülümsemeye başlamasıyla birlikte montunu hızlıca giyip oradan derhal ayrılmak için çaba göstermesi gerektiğini anladı.
New York sokaklarında kabadayı gibi dolaşan Trakyalı kuyruğunu sıkıştırmış bir şekilde asansöre yönelmiş, can havliyle çağırma düğmesine basar bulmuştu kendini. Geriye dönüp son bir kez baktığında sarışının hala kendisini izlediğini görünce ecel terlerinin aktığını hissetti. Asansör geldiğinde rahatlamış ve kendini güvende hissetmişti. Kız arkadaşıyla daha güvenli olan herhangi başka bir mekânda buluşacaktı artık. Her ne kadar içeride bulunan bakımlı ve güzel hanımlara, yanlarında getirdikleri pazardan domates seçen emekli memur tipli erkekler yüzünden acımışsa da, bunun bedelini ödemeye hiç de niyeti yoktu.