Her pazartesi Selimiye camisinin üst tarafında büyük meydanda kurulurdu Edirne’nin köylü pazarı.
Edirne’nin çeşitli köylerinden gelmiş binlerce köylü Edirne’nin yoksul insanlarıyla aynı pazarı paylaşıyorlardı. Buzdolaplarının yaygın olmadığı, suyun henüz ticarileşmediği dönemlerdir. Plastik şişeye girmemiştir daha içme suyumuz. Çeşmeden, dönemin büyüklerinin tabiriyle yalaktan su içilebildiği yıllardır. Benim gibi yaz dönemlerini köyde geçirenler bilir, köy kahvesinde ihtiyarlar kendi aralarında sohbet ederlerken kulaklarımla duymuştum; “Sabancı fabrika kurmuş Allah’ın suyunu bile parayla satacakmış” demişti ihtiyarın biri de; yanındaki ihtiyar arkadaşı basmıştı; “breeeeee” yi.
1974 yılı Temmuz ayının sıcak havaları tüm Trakya’da olduğu gibi Edirne’de de etkisini göstermektedir. Pazar kurulalı daha iki saat bile olmamasına karşın köylerden gelenler nedeniyle tıklım tıklım olmuştur her yer. Çevre mahallelerden ellerinde zembilleriyle gelen kadınlar ikili, üçlü gruplar halinde önce fiyatları inceleyip, malları kontrol ettikten sonra başlayacaklardır alışverişlerine. Evlerinin bir haftalık meyve, sebze ihtiyaçlarını Pazartesi pazarından karşılayacaklardır ucuz tarafından. Özellikle meyve sebze satanların önlerindeki yığılmalara binlerce insanın uğultusu da eklenince ortaya tam bir curcuna çıkmaktadır.

Selimiye camisinin zincirli kapısından telaşla çıkan 10 yaşındaki Yusuf elindeki mavi plastik ibriği, diğer elinde yeni yıkadığı cam bardağı ile “soğuk suuuuu” diye ortalığı inletmektedir. İki üç bardak satıp genelde camiye gidip ısınan suyu dökerek ibriğini yeniden soğuk suyla doldurmaktadır. Sıcak hava nedeniyle çabuk ısınan suyu satarsa pazarcılar kızmakta para vermemektedirler. Hızla tezgahların arasından geçerken sıcaktan ve “domatese geelll” diye bağırmaktan boğazı kuruyan Karağaç’lı Kamış Ahmet serinlemek için seslenir su satıcısına. Kendi bidonunda halen su olmasına karşın, yal gibi olan suyu hararetini kesmemektedir;
-Suyun soğuk mu?
-Buz gibi ağbi.
-Hadi be camiinin suyu buz gibimi olurmuş? Neyse doldur bir bardak, sıcaksa para yok ona göre.
Kamış Ahmet bir bardak kesmeyince ikinci bardağı da doldurmasını ister Yusuf’tan. İkinci bardağı dikerken havaya diğer eliyle de iki bardak su parasını uzatır Yusuf’un eline doğru. 50 kuruşu elinde gören Yusuf hızla uzaklaşır; “Soğuk suuuu”
Öğleden sonra ikindi saatleri geldiğinde Yusuf son ibrikten kalan suyu pazarın kenarında döktükten sonra sol cebini şöyle bir yoklar. 25’likler, 50’liklerin metal sesi tatlı bir huzur vermektedir kendisine. Bir haftadır Ayvazoğlu sinemasının film tanıtan minibüsün her tarafına yapıştırılan afişler tüm Edirne’yi dolaşmış, yeni sinemalarda gösterime giren “Battal Gazi’nin Oğlu” filmini tanıtmaktadırlar. Bu filmi mutlaka izlemeliyim diyen Yusuf ancak su satarak film parası olan 5 lirayı biriktirebileceğine karar vermiş ve bir pazartesi pazarında bu paranın fazlasını kazanmayı başarmıştır. “Kalanıyla da gazoz içerim” diye düşünerek kazanmanın vermiş olduğu öz güvenle plastik sandallarını şıpırdıklayarak Kıyık’taki evinin yolunu tutar.