Bu kadar kurak günlerden sonra hele şükür doyasıya bir yağmura kavuştuk. Nedir o, geçen yaz bir damla yağmur yüzü görmedik, insan bayağı endişeleniyordu susuz günler mi yaşayacağız diye. Bir yağmur furyası başladı, hala devam ediyor, insanlar ve bitkiler susuz yaşayamaz, temizlikte suyla olur, hele korona salgınının olduğu bu günlerde suya o kadar ihtiyacımız var ki, bu son yağmurlar bunu giderdi. Günlerce, aylarca bu yağmuru bekledik en nihayet toprak anayı doyuracak şekilde yağdı. Bu yağmura en çok sevinenlerde çiftçilerimiz oldu, bu kadar geçen kurak günlerden sonra bu yağmur tarımsal ürüne ilaç gibi geldi.
Günlerce toprak ana bu yağmurla suya doydu, fazlasını da göllere, barajlara, nehirlere bıraktı, şimdi beklenen bir kar yağışı oda olursa, Şubat'ta, Nisan'da da bir yağmur yağarsa artık çiftçinin yüzü güler. Kırklı yıllarda çok konuşulan bir söz vardı -- çiftçinin karnı toksa, milletin karnıda toktur. --
Bizler yağmurla gelen suları ne yapıyoruz, kırsal alanlarda yağan yağmur suları toprağı doyuruyor, suya doyan toprak fazla suyu yer altından göllere, barajlara veriyor, Barajlarda biriken sularda boru ve arıtma sistemleri ile bizlere kullanma suyu olarak veriliyor. Göllerde biriken fazla sularda sulama amaçlı tarım alanlarında sulu tarım amaçlı olarak kullanılır. Henüz Edirne'mizde böyle bir tarım uygulanmıyor nedeni sulu tarım yapacak sistem yapılmamış, inşallah bir an önce yapılır da sulu tarıma geçeriz.
Peki yağmur yağarken sokaklara, caddelere yağan yağmur suları nerelere gidiyor, onlarda kanalizasyonla veya açıktan nehirlere akıyor. Nehirlerin debilerini yükseltiyorlar bazen de sel felaketine neden oluyorlar. Hhalbuki fazla gelen bu sular boru pompa sistemi ile suyu az olan göllere, göletlere, barajlara akıtılmalı ziyan olmamalı. Edirne'den geçen nehirlerde nehir yatağı diye bir şey kalmamıştır hiç olmaz ise bu nehirlerin yatakları temizlenmeli, Yunan hududuna kadar o yataklarda her zaman oraya dolan sular depo edilmiş su olarak zor zamanlarda kullanılmalı.
Halbuki dünya su kıtlığı çekmemeli, çünkü dünyanın ¾ denizler ile kaplı ama tuzlu su, bütün mesele bu tuzu arıtmak bunu yapan ülkeler var, örneğin İsrail, Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, deniz suyunu arıtarak kullanma suyu haline getiriyor ama pahalı bir metot, insanoğlu bir birinin gözünü çıkarmaktan bu konuya ucuz bir çare bulamadı.
Türkiye yalnız denizleri ile değil, gölleri ve nehirleri ile de sulak bir ülke, bizim noksanımız bu varlıkları kullanamamaktır. Cumhuriyet yılında epey baraj yapıldı, dünyanın sayılı barajlarına sahibiz, daha da yapılıyor, bilim adamlarının ifadesine göre kuraklığa sebep yağmur yağmaması, buna da neden havanın kirlenmesi, atmosfer dengesinin bozulması olarak gösteriliyor, sebebi sanayi ülkelerinin karbondioksit, karbonmonoksit, kükürt gazlarının havayı kirletmesi olarak gösteriliyor.
Bu duruma nasıl çare bulunur, mümkün olduğu kadar fosil yakıtlardan kaçınmak, dumansız enerjiye yönelmek, rüzgar, güneş enerjisi gibi.
En önemli konuda yağmur yağdığı zaman akan suları denizlere akıtmamak onları bir yerde toplayıp depolamak ve planlı bir şekilde kullanmak. Türkiye hiç olmaz ise belirli bölgelerimizde sulu tarıma geçmelidir, şimdiden bu konunun hazırlıkları yapılmalı, bir an önce arazi parselizasyonuna başlanmalı, su kıtlığı çeken İsrail gibi bir ülke sulu tarım yapabiliyor.
Havadan sonra en kıymetli varlık sudur, onsuz hiç bir şey yapamayız, ne yazık ki tabiatın bizlere verdiği su bugün ticaret malı haline getirilmiştir. Uludağ'dan elde edilen su şişelenerek Karsa götürülüp satılmaktadır. Elbette bu işin bir zahmeti vardır, zahmeti olan bu işinde bir bedeli olacaktır. Eğer bizler torunlarımıza iyi bir yaşam bırakmak istiyorsak şimdiden su konusunu ele almalıyız . . .