Türkçemizde günlük bir kullanım olarak teori afaki bir durumu ifade ediyor. Yani bir başka deyişle teori dendiğinde gerçeklikle ilişkisi olamayan bir hal anlaşılıyor. Böyle bir durumda uygulamanın anlaşılması, açıklanması ve tartışılması açısından büyük önem taşıyan uluslararası politikanın işlerliğini anlayan teoriler de zaman zaman hiç de hakketmedikleri bir durumla karşılaşıyor.
Bu durumun bu şekilde gerçekleşmesinde en azından uluslararası politika alanı için tarihin deneysel bir yapıya sahip olduğu hatta geçmişte gerçekleşen durumlar ve olayların tespiti sonucu geleceğin tahmin edileceği şeklindeki yaklaşım oldukça etkilidir. Bu şartlar altında tarih sosyal bilimler için artık bir deneysel sahaya dönüştüğü için aynı durum politika bilimi açısından da ortaya çıkmaktadır.
Ancak Birinci Dünya Savaşı ile başlayan ve İkinci Dünya Savaşı ile nihayete eren sürecin sonucu yeni bir dünya düzeninin oluştuğu gözlerden kaçıyor. Bu dönemi Edward Hallett Carr iki dünya savaşı arası kriz dönemi olarak tanımlıyor. Kriz döneminin sonunda ise oluşan yeni bir dünya düzeni Kenneth N. Waltz’un ifadesiyle yapının ortaya çıktığını görmekteyiz.
Bu dönemde ne Vestfalya ne de Viyan kongresi şartları ile tanımlanabilecek bir dünyada yaşamıyoruz. Küçük bir not düşeyim imparatorluklar çöktü… Hardt ve Negri İmparatorluk kitabını yazarken de tarihi birbirini öldüren adamların hikayesi olarak anlayanlar için üzücü bir şey yaptılar… İmparatorluk o Roma’da olduğu gibi değil bir düşünce ve anlam dünyası aynı zamanda da ekonomik ilişkileri ortaya koydular. Yani fetihlerle değil kanaatlerin güç vasıtasıyla yayılması, gücün kullanımında hegemonyanın etkisi gibi şeyler…
Bu şartlar altında tarihe baktım bugünü gördüm, bugünü gördüm hayatı çözdüm, teoriler de ne sorusunu sormak tam da bu aşamada “merhaba ben uluslararası politikadan anlamıyorum” demek.
Zira teoriler yapının işleyişi yapının bileşenlerinin oluşması bunların birbiri ile olan etkileşimlerinin nasıl ortaya çıktığını sorgularken çeşitli analiz seviyeleri ile bu sorgulamaları gerçekleştirirler.
İşte bu noktada analiz seviyesinin doğru tespiti aynı zamanda teorinin doğru uygulamasını da ortaya koyuyor.Bunun yanı sıra yabancı dil bilgisi de önemli bir hal almaktadır. Zira maalesef uluslararası politika teorilerinin kökeni genel olarak Amerikalı yahut İngiliz politologlar tarafından ortaya konmaktadır.
Bunda temel amaç da tarihsici bir perspektiften uzaklaşarak toplumsal seviyenin devletlere ve devletlerin de uluslararası politika alanına nasıl yansıdığını görebilmektir. Dolayısıyla teoriler ile uygulama arasında bir benzeşim ortaya çıkmaktadır. Teori “nasıl” diye sorarken uygulama da “işte böyle” diye cevap vermektedir. Teori çalışanın mahareti ise tam olarak burada ortaya çıkmaktadır. Teori çalışanı “nasıl” diye sorarken aynı zamanda hangi teori ile bu soruyu sorması gerektiğini bilmelidir. Buna ek olarak nasıl sorusunu sorduğu teorinin hangi uygulama ile açıklanabileceği de önem arz etmektedir.
İşte buna da buluş bağlamı denir ki sanırım bilimsel yetenek de burada yatmaktadır. Aksi halde yahu bu teoriler ne saçma şeyler zaten tarihte de böyle olmamıştı deyip geçer gidersiniz.
Haftaya görüşmek dileğiyle memleketimin güzel insanları…