Asla söz etmedi geçmişinden. Ne kaçırarak evlendiği 40 yıl aynı yastığa baş koyduğu karısına, ne de 5 evladından hiç birisine. Sadece en büyük oğlu Ali’ye kısa bir anısını anlattı bir gün rakısını içerken:
“Anam, babam nedendir bilmem ardı ardına öldü, bir kardeşimi geride bırakarak 1940 yılında bindim sabah erkenden trene Kırklareli’nden İstanbul’a gitmek için, bi uyandım ki Karaağaç’tayım. O gün, bu gündür askerliğim haricinde hiç ayrılmadım Karaağaç’tan.”
İstanbul’a akrabalarının yanına gitmek için bindiği tren yolculuğu Karaağaç’ta biten Mehmet Emin Kaplan makinistin uyarısı üzerine iner trenden. Karaağaç istasyonunun karşısında salaş bir kahveye gider. Cebinde beş kuruş parası yoktur ve açtır.
Aç olan sadece Mehmet Emin değildir. O yıllarda İkinci Dünya Savaşı’nın büyük sıkıntılarını yaşayan Türkiye’de her yerde olduğu gibi Edirne’de de ekmek karneye bağlanmıştır. Zor yıllardır, üreten de, tüketen de karnını istediği gibi doyuramamaktadır.

Küçük Mehmet Emin’in durumunu anlayan kahvede kavrulmuş nohuttan yapılma kahvesini yudumlayan Muammer Nuray alır götürür Mehmet Emin’i evine. Karısı endişelenir; “Bizim kızanlar az gelmiş, bi de elaleminkini getirirsen eve be adam!” diye söylense de bir kaşık daha konur yer sofrasında.
Ağırda 5 yıl hayvanların yanında yatar kalkar Mehmet Emin. Hayvanlarına bakar Muammer agasının savaş yılları boyunca. Aç kalmaz, açıkta kalmaz. İşini iyi yapar, saygı görür sığındığı evde.
Savaş bitince artık delikanlılığa adım atan Mehmet Emin, bahçıvan Adil’in istemesi üzerine ona çırak olarak girer. Bundan sonra meslek öğrenecektir artık. O yılların Karaağaç’ta en geçerli mesleği olan bahçıvanlığı öğrenecektir, işin erbabı Bahçıvan Adil’den.
O yıllarda Karaağaç’ta üretilen ürünler önce Edirne’ye Tahtakale’de hal gibi kullanılan dükkanlara, fazlası da trenle vagonlar dolusu olarak İstanbul’a gönderilmektedir. O yıllarda olmayan, yollar, vasıtalar nedeniyle Anadolu’dan yeterince sebze meyve alamayan küçük İstanbul’un ihtiyaçlarının çoğunu Edirne’nin Karaağaç’lı bahçıvanları sağlamaktadır.
Askere gidene kadar Bahçıvan Adil’den mesleğinin bütün ayrıntılarını öğrenir Mehmet Emin. Kars’ta süvari olarak yapar askerliğini. Çocukluğundan beri hayvanlarla içli dışlı olduğundan onu askerde atlardan sorumlu olarak görevlendirirler.
Bir atın ölümü üzerine komutanı onu alır karşısına;
“Bak Mehmet Emin. Bu atlar ordu malı, devletin yani milletin. Bir at öleceğine 10 asker ölsün umurumda bile değil. Ona göre bak artık bu atlara” der.
Askerlik sonrası Bahçıvan Adil’in yanında çalışmaya devam eder. Mesleğini ilerletir, bütün inceliklerini öğrenir bahçıvanlığın. İp çekmeyi, hangi mevsimde hangi sebzeyi ekmeyi, çapalama zamanlarını, tarlada kuyu açmasını, dolap kurmasını, ürünlerini pazarlamayı. Bahçıvan Adil üşenmez mesleğinin bütün ayrıntılarını öğretir Mehmet Emin’e.
Bu çalışkanlığı sonunda Karaağaç’ta Memiş Ezen’in kızı Zehra’nın dikkatini çeker. Bakışırlar, isteşirler ve sonunda Zehra’yı kaçırır Mehmet Emin. Ama ne bir evi, ne bir çizi yeri vardır yaşamı sürdürecek. Memiş Ezen iç güveysi alır çalışkan damadını yanına. Memiş Ezen de o zamanlar 30’a yakın büyük baş hayvan ve çalıştığı büyük bahçeleri vardır.
Mehmet Emin kardeşi Selim’i de getirir memleketten yanına. Birlikte el ele vererek büyütürler bahçıvanlık işini. Karaağaç’ta askeriyenin yanında 15 dönüm yeri 15 yıl boyunca işlerler, üretirler, kazanırlar, kızanlarını büyütürler. Bahçelerine ipi çektiler mi bir uçtan bir uca gözükür bahçe. Her gün insanlar vardır bahçelerin içinde çalışan. Pırıl pırıldır bahçeleri, bir çöp bulunmaz. Üretirler, satarlar, kazanırlar.
Havaların ısınmaya başlamasıyla girdikleri bahçelerinde kar yağana kadar ayrılmazlar. Sezonu ilk ürün olarak kara fasile ile açarlar (bir tür taze fasulye çeşidi). Sonrasında salatalık. Ama o dönem salatalıklar kiloyla değil adetle satılmaktadır. 3 çeşit salatalık vardır. 1. 2.ve 3. nevi olarak ayrılırlar. Salatalıklar sadece Edirne’de Tahtakale’de Çetin’ler Metinler’e götürülür, buradan bütün Edirne manavlarına dağılır. Sonra sırasıyla, biber, patlıcan, domates üretirler. Patlıcan haricinde hiçbir ürüne ilaç atılmaz. Patlıcana da kadın çorabına sardıkları ilacı toz halinde atarlar, böcekleri kaçırmak için. Her şey organik ve sağlıklıdır o yıllarda. Sonbahara doğru bozulan tarlalara lahana, pırasa ve alabaş (artık üretilmeyen, bilinmeyen bir nevi karpuz gibi çiğ olarak yenen bir sebze) ekilir. Kamyonlar, vagonlar dolusu. Bütün yaşamları bahçede geçer. Sezonda bahçelerin hepsinde insanlar vardır. Mehmet Emin’in bahçesinde kardeşleri de geldiğinde bazen 10 kişi olurlar, öyle çalışırlar, üretirler.
İşleri büyütünce ve kızanlar çoğalınca ayrılır kayınpederinin yanından. Kendine bir ev yapar kayınpederinin yardımıyla. Sonra o evi Karaağaç’ın meşhur kahvesini uzun yıllar işleten oğlu Fazlı’ya bırakır. Wiskonsin bir motor alır kendine ve işlerini büyütür de büyütür. Karaağaç’ın en çok üreten, iyi para kazanan bahçıvanlarından birisi haline gelir Mehmet Emin. Eşi, çocukları, bütün aile çalışır.
Mehmet Emin 40 yaşına gelip de 14 yaşına gelen en büyük oğlu Ali’nin artık bahçede işleri çevirmeye başlamasıyla elini bahçeden çeker. Nasılsa geride çalışkan karısı ve 5 kızanı vardır işleri kovalayacak. O bahçeyi bıraktıktan sonra istasyonun karşısındaki meyhaneye atar postu. Her gün köftesi, mezeleri ve 3 duble rakısıyla birlikte muhabbetle zaman geçirir.
Ali çıkan ürünleri pazarladıktan sonra hasılatı her gün düzenli olarak babasına götürür. Evde kızanlar bazen soğan yemeği yese de Mehmet Emin meyhanesinden vazgeçmez. 61 yaşında ölen karısından sonra 10 yıl daha yaşar büyük oğlu Ali’nin yanında. Son günlerine kadar iki duble rakısını içer. Kızanlığında içmeye başladığı sarma cigarasıyla birlikte.
75 yaşına geldiğinde rahatsızlanan Mehmet Emin’i oğlu Ali hastaneye götürdüğünde doktoru eve geri gönderir.
Kanserdir, bir ay sonra hayata veda eder. Nurlar içinde uyusun.
----------
Bu hikayede geçen olaylar Ali Kaplan'ın anlatımlarından derlenmiştir.