Türkiye’de uluslararası ilişkiler disiplininin aslında bir başka ve kanaatimce daha doğru bir tabir ile uluslararası politikanın önemli bir sorunu var her şeyi teori ile açıklayamazsın şeklindeki muhteşem cümle.
Evet, doğru! Her şeyi teori ile açıklayamazsın!
Zaten bir tane teori yok! Zaten her sorun alanı için belli bir teorinin hatta teori setlerinin önemli olduğu bir araştırma evreni var. İşte bu araştırma evreninde siz sistemik yapı ile ilgili bir veri seti üzerinden mi tartışacaksınız? Yoksa, sosyal güçlere dayalı bir veri seti üzerinden bir inceleme mi yapacaksınız? İşte bu soruları ve daha fazlasını sorabildiğiniz takdirde zaten “teori ile her şeyi açıklayamazsın” dahiyane ifadesinin ne anlama geldiği daha anlaşılır olacaktır.
Siyasi tarihçi dostların genel geçer bir ifadesi var “tarih tekerrürden ibarettir” şeklinde. Guvtav Le Bon’dan Zeki Velidi Togan’a kadar geniş bir yelpazede tarih ve sosyoloji alanında faaliyet göstermiş büyük hocalarımıza haksızlık etmeyelim. Tarih ve tarih çağları hakkında metodolojik araştırmalara girişmek ve arşiv kayıtlarını ikincil kaynaklardan değil de bizatihi kendileri tarafından incelenmesi sosyal bilimlerin “laboratuvarı” zannıyla hareket edilmesinde önemli değişikliklere yol açacaktır. Böyle bir durum da sevgili siyasi tarihçilerin koca bir tarih ilmini “işte bu tarih, ben de bunu yazdım, çünkü tarih dün olan şeydir” şeklindeki yaklaşımları biraz daha değişmiş olur.
Aslında bu seviyede de toplumsal hareketlerin geçmişte gerçekleşmiş hallerini incelediklerini de siyasi tarihçi dostlarıma hatırlatmak isterim. Zira o olayları da teorik perspektife, ontolojik ve epistemolojik yaklaşımlar vasıtasıyla açıklayabileceklerini bunun da tarih çalışması değil geçmişte gerçekleşen toplumsal olayların siyaset biliminin bir şubesi olan uluslararası politikadaki teorik perspektiflerle tanımlanması olduğu anlaşılacaktır.
Aksi takdirde siyasi tarih çalışması I. Dünya Savaşı 1914-1918 tarihleri arasında gerçekleşmiştir şeklindeki malumun ilamının ötesinde bir hal almayacak ve hakettiği kıymeti görmesi de özellikle uluslararası mahfillerde hayli zor olacaktır.
İngilizcede “politicalhistory” yani siyasi tarih şeklinde basit bir tarama yaptığınızda karşınıza siyasi hadiselerin, düşüncelerin, hareketlerin, hükümet organlarının, seçmenlerin, partilerin ve liderlerin araştırılması ve anlatısı şeklinde çok geniş çaplı bir tanımlama çıkar. Bu tanımlama bilimin asıl odaklanması gereken “neden” sorusuna değil de “ne” sorusuna odaklanmaktadır.
Elbette “ne” sorusunun cevabı verilmeden “neden” sorusunun cevaplanması mümkün değildir. Ancak, “ne” sorusunun cevabının verilmesi “neden” sorunun cevaplanması da değildir. İşte bu “ne” ve “neden” soruları arasındaki rabıtayı sağlayan ve “neden” sorusunun layıkıyla cevaplanmasını ortaya koyan şey ise teorilerdir.
Zira politoloji alanında teoriler gerçeklikten uzak, izafi şeyler olmaktan ziyade teste tabi tutulan araştırma çerçeveleridir. Dolayısıyla elbette “teoriyle her şeyi açıklayamazsınız”. Zira bir teorinin açıklama kapasitesi o teorinin ortaya koyduğu yasalar çerçevesinde kısıtlıdır. Bu yüzden de bir teori değil, teoriler vardır. Doğru teoriler, doğru araştırma evreniyle buluşturulduğunda ise bilimsel faaliyetin “nedensellik” ilişkisi ortaya konur ki tadından yenmez.
Haftaya görüşmek dileğiyle memleketimin güzel insanları…