Voltaire’in, ‘Candid ya da İyimserlik’ adlı kitabında, Candid ve Hocası Pangalos bütün Dünyayı dolaşır ve son olarak İstanbul’a gelirler. Gittikleri her yerde felsefe tartışmalarıyla hayatı sorgulayan bu ikili, İstanbul’da Türkler’in en büyük filozofu diye bilinen pek ünlü bir dervişe de uğrarlar!
Pangalos Derviş’e: “Üstat size, insan denen şu şaşırtıcı yaratığın niçin yaratıldığını sormaya geldik.”
Derviş: “Ne karışıyorsun senin işin mi bu?”
Kandid: “Ama muhterem efendim, yeryüzünde korkunç derecede kötülük var.”
Derviş: “Kötülük olmuş ya da iyilik olmuş, ne önemi var? Padişahımız Efendimiz Mısır’a bir gemi yolladığında, içindeki farelerin rahat olup olmadığını düşünüyor mu?”
Pangalos: “Peki ya ne yapmalı öyleyse?”
Derviş: “Susmalı”!
Pangalos: “Sizinle nedenler ve sonuçlar hakkında, olabilecek dünyaların en iyisi, kötülüğün kaynağı, ruhun niteliği gibi konularda konuşabileceğimden dolayı seviniyordum” der!
Derviş bu sözleri duyunca onları kapı dışarı eder!
Yolda, İstanbul’da iki vezir ve bir müftünün boğdurulduğunu da öğrenirler. Sonra, bahçesinde oturan yaşlı bir köylüye rastlarlar ve onunla sohbete başlarlar.
Pangalos, ona İstanbul’da boğdurulan vezirler ve müftüyü sorar.
Köylü: “Bilmiyorum ve hiçbir zaman, ne bir müftünün ne de bir vezirin adını öğrenmedim. Bu olaydan da kesinlikle haberim yoktur. Devlet işlerine karışan kimselerin, kimi zaman çok acı biçimde öldürüldüklerini ve bunu hak ettiklerini sanıyorum. Ancak İstanbul’da olup biteni kesinlikle sorup öğrenmem, bu bahçenin yemişlerini İstanbul’a satmaya göndermekle yetinirim” der ve onları evine çağırır, yemek ve değişik ikramlarda bulunur.
Bu cömertliği karşısında Kandid onun çok zengin olduğunu düşünüp, “Çok geniş topraklarınız olsa gerek” der. Köylü, “Yalnızca yirmi dönümlük! Bu toprağı çocuklarımla birlikte eker biçerim. Çalışma bizden üç büyük eksikliği; can sıkıntısını, kötü alışkanlıkları ve yoksulluğu uzaklaştırır.”
Adamın evinden ayrıldıklarında Kandid, Pangalos’a: “Bana öyle geliyor ki, bu yaşlı adamın, birlikte yemek yeme onurunu tattığımız altı kralın talihlerine yeğlenecek bir talihi var” der.
Hocasıyla bütün dünyayı dolaşıp felsefe marifetiyle hayatı kavramaya çalışan Kandid, sonunda oldukça sade bir yaşamı olan köylüden en büyük dersi almıştır! Ve kitaptaki son cümle olarak şunu söyler.
“Bunlar güzel sözler ama bahçemizi de yetiştirmek gerek!”
O günden günümüze, kıssadan hisse çıkartalım!
Ortalama insanının en büyük derdi geçimdir. Eğer her şey yolunda, karnı doyuyor ve çevresinde kendine eşdeğer gördükleri ile aynı yaşam standardındaysa insanlar genelde hainden memnundurlar. Ve fakat ne zaman ki, Kandid’in Türk köylüsünden öğrendiği o “Bahçemizi yetiştirme gerek” sözü yetersiz kalır. Yani işinde gücünde olmanın getirdiği kazanç ihtiyaçlarına yetmez ve “Çalışmak, yoksulluğu uzaklaştır” sözü anlamsızlaşır ve de yoksulluk ağır bir şekilde hissedilir, o zaman iş değişir!
Biz bunu en son 2001 ekonomik krizi sonrasındaki 2002 seçimlerinde gördük. Ve bu günlerimiz, tam da o günleri andırıyor.
Artık mızrak çuvala sığmıyor. “Dolar o kadar düştü, yapılan zamlar geri alınsın” diyen yandaş kalemşorlar, elektriğe, doğal gaza, akaryakıta gelen zamları savunuyorlar. Ve sıkıştıklarında, Pangalos’ları kovan o Derviş gibi kapıyı gösteriyorlar itiraz edenlere.
Ama nasıl ki o derviş ve benzerleri Padişah efendilerini kurtaramadı, bugünkü derviş benzerleri de kurtaramayacak. Seçim yaklaşıyor ve bunları göndereceğiz.
Çünkü artık “Çalışmak ve bahçesini yetiştirmek, yoksulluğu uzaklaştırmıyor ve canını sıkıyor” o sıradan vatandaşın.
Canına tak eden köylünün (vatandaşın) “Artık yeter” dediğinde ne olduğunu Nazım Hikmet’in ‘Türk Köylüsü’ şiirinden alıntılayalım.
“… Yol görünür onun garip serine / Analar, babalar umudu keser / Kahpe felek ona eder oyunu / Çarşamba'yı sel alır / Bir yâr sever / El alır / Kanadı kırılır / Çöllerde kalır / Ölmeden mezara koyarlar onu …
Ve bir kere vakterişip* / "Gayrık yeter!" demesinler / Ve bir dediler mi / İsrafil surunu urur / Mahlukat yerinden durur / Toprağın nabzı başlar / Onun nabızlarında atmağa / Ne kendi nefsini korur / Ne düşmanı kayırır / Dağları yırtıp ayırır / Kayalar kesip yol eyler / Âbıhayat akıtmağa.”
--
*zamanı gelip