“Fakirin lambası aydır*” diye bir söz varsa da ben aysız gecelerde çocukluğumun kısa bir bölümünün geçtiği sokağımdaki o lambayı unutamam.
Edirne’de ilk yıllarımız. Kıyık’ta Hacı Çeşme Sokak 8 numarada Rakip Yaşagör’ün evinde dördüncü kiracılığımızı yaşamaktayız. Cemali agamın evinden mecburi ayrılışımız bize pahalıya patlamış durumda. Burada kira 125 lira, maaşı babamın 400 lira. 3 kızanız masraflar diz boyu.
Geçen ayın elektrik faturası 20 lirayı geçince babamın sülenmesi bütün gece sürmüştü. Anama sıkı sıkıya tembihlemiş; “Bu ay bu fatura 10 lirayı geçmeyecek” diye.

Suya para vermiyoruz, bütün gün zaten yakın ve düz yolda ha bire Acı Çeşme’den su taşıyoruz anamla birlikte. Bahçede iki tuğla arasına yaktığı ateşte ısıttığı su ve pişirdiği yemekle tüp parasından da kurtuluyorduk. Gel gelelim elektriğe çare yok ve o zamanlar da pahalı bir tüketim maddesi. Elektrik düğmesine el atarken iki defa düşünmek gerekiyor, ay sonu fatura çok gelirse babamıza hesap vermek var. O zamanın düğmesi de düğme hani, çevirdin mi “çaat” diye öyle bir ses çıkarır ki uyuyan babamı uykusundan uyandıracak kadar. Ay sonu 8 lira gelen faturayı gören babamın yüzü gülüyor; “Be karı sen bu lambaları hiç mi yakmadın?”
Ekmek fabrikasında çalışan babam sabahın üçünde kalkıp işe gittiğinden akşamları daha güneş batmadan yatmaya alışmıştık. İyi de uyku nerde? Sokağa bakan küçük odada yatıyoruz üç kardeş. Yatağım cama bitişik ve dışarıdan gece sokak lambasının ışığı tam da odamıza vurmakta.
Gece uykumun olmadığı zamanlar ya dışarıda sokak lambasını seyrederek hayallere dalıyorum; büyüyünce ne olacağımın, ya da nerelerde gezeceğimin. Hayaller de bitince varsa sınıfa kitap getiren okuyorum. Zaten onlar da bir gecede bitiveren Kemalettin Tuğcu romanları genellikle. Gecenin ilerleyen saatlerinde uykuya teslim olduktan sonra ne de çabuk sona ererdi o uyku dolu saatler.
Dış kapının kapanmasıyla uyanırdım genelde. Babam işe gitmektedir. Sabahın olmasına az kalmıştır, bazen bekleyemem güneşin doğmasını, vururum kendimi sokağa, Acı Çeşme’nin şırıldayan sesine doğru, otururdum yalağın üstündeki betona sabah yeline sırtımı vererek. Öten horozlar gelecek olan sabahı müjdelerken ben özgürlüğümün keyfini sürerdim daha ilkokul yıllarında.
Doğmakta olan güneş ilk önce Edirne’nin en yoksul semtlerinden birisi olan Kıyık üzerine düşürmektedir ilk ışıklarını.
50 yıl sonra.
Şu anda yine dışarıdan vuran gece lambasının ışığında yazıyorum bu satırları apartmandaki evimin çalışma odasında bilgisayarımın başında.
Sabahın olmasına az kaldı. Bekleyemeyeceğim yine güneşin doğuşunu. Karaağaç’a doğru gitmeyi düşünüyorum gezmek için.
Vazgeçiyorum, Acı Çeşme’ye doğru çeviriyorum bisikletimin gidonunu.
Kim bilir çocukluğumu yaşarım belki yeni baştan.
__
*Çerkes Atasözü