Yugoslavya’dan Köseömer’e gelip yerleştiğinde Osmanlı son yıllarını yaşamaktadır Trakya ovalarında.
Şerif gençliğinin ilk yıllarındadır daha. Tek başına çıkıp gelir doğduğu Yugoslavya’dan, bütün ailesini geride bırakarak.
Cumhuriyetin kurulmasıyla devletin vermiş olduğu topraklarda durmaksızın çalışır, üretir Boşnak Şerif yıllarca. Kuru tarımdır yaptıkları, insan emeğine dayanan, yağmur için bereket için yapabilecekleri sadece ellerini açarak tanrıya dua etmektir tohumu toprakla buluşturduktan sonra.
Yıllarca kuru tarımla uğraştıktan sonra istediği verimi alamayınca kendisi gibi Boşnak olan karısını ve ailesini alıp Edirne’nin Karaağaç semtine yerleşerek bundan sonra çocuklarının ve torunlarının da mesleğini sürdürecekleri sulu tarıma yönelirler.
On bir tane evlatlarının yedi tanesi yaşar, bir tanesi erkektir, diğerleri kız. Çalışırlar, üretirler, kazanırlar bakarlar evlatlarına.
O yıllar tarımda ilaç yok gibidir. Üretimi belirleyen emektir, yoğun insan emeği. Evin içinde yedi kızan yetmez, çıkıp geldikleri Köseömer Köyü’nden dört akrabaları da gelir yine yetmez, Saraçhane’den gelirler, o da yetmez günlük olarak Karaağaç’tan gelen yevmiyecileri de götürürler bahçelerine.
İlacın olmadığı, insan emeğinin yoğun olarak kullanıldığı o yıllarda bir çift öküz bahçede işlerde ağır kalınca yerini bir çift beygir alır. Bütün işler hızlanır birden, üretim artar. Yine yetişemezler işlere. İstanbul’a trenle, kamyonlarla göndermektedirler malları sarıp, sarmalayarak. 1964 yılında traktöre geçerler, artık daha kolaydır tarım, daha çok üretirler.
Sabah bir avlu dolusu insan işe gitmeden önce analarının yaptıkları bir sini çorbanın etrafında toplanırlar. Geç kalan, yavaş kaşık sallayan aç kalacaktır, kaşık seslerinden başka ses duyulmaz sabahın ilk saatlerinde.
Öğlen yine evlerine gelirler yakın bahçelerinden yemek için. Ekmeğin taneyle değil çuvalla alındığı, neşe içinde üretildiği, bir gömleğin bir yıl giyildiği yıllardır. Gün içinde terden şekil değiştiren gömlek akşam yıkanır, sabah yine giyilir aynı gömlek bir yıl boyunca.

Boşnak Şerif’in torunlarından Şerafettin Şentürk de devam ettirir dede, baba mesleği olan bahçıvancılığı. Kıyık’tan Karacaovalı’lardan alır eşini. Eşi daha da çalışkan çıkar. “Beni karım adam etti” diyor Şerafettin Şentürk. Çok emek verirler, çalışırlar, üretirler, kazanırlar ama tek çocuk yaparlar. Onu da hiç sokmazlar tarlaya. Cumartesi pazarından bir yer alırlar, kendileri üretirler, tek çocukları pazarlar ürünlerini.
“Artık çocuğumun ve torunumun bahçeye girmesini istemiyorum” diyerek şunları aktarıyor Şerafettin Şentürk:
“Zamanımızda ilaç yoktu, emek çoktu. Sonraki yıllarda tarladan emeği azalttık ama her şey ilaca döndü. İlaçsız artık üretmek mümkün değil. Mazot, gübre, ilaç fiyatları öyle yükseldi ki üretmek çok masraflı bir hale geldi. Şimdi sadece mısır üretiyorum, tek ürün, veriyoruz suyu alıyoruz mahsulü.
Artık pazara çıkan Karaağaç’lar sadece birkaç kişi kaldı. Onlar da küçük bir alanda çeşitli ürünler yetiştirerek üretmeye ayakta kalmaya çalışıyorlar. Üretip kendin pazarlayabilirsen iyi ama toptancıya vereceğim diyorsan para kazanamazsın, parayı aracılar kazanır.
Pazarlarımıza gelen ürünlerin çoğu artık İstanbul halinden geliyor. Onun da yolculuğu uzun, zahmetli ve pahalı. Pahalı olması da pazara ateş gibi düşüyor. Antalya’da üretilip hale gelen ürüne önce üretici maliyet ücreti konur, sonra komisyon ücreti, nakliye, İstanbul halinde yine komisyondan sonra pazarcıya geçer, pazarcı da üzerine karını, nakliyesini koyar, pazara gelene kadar kaç elden geçer. Sonra fiyatlar yüksek olacak tabii ki.
Nasıl küsmeyelim üretmeye. Lahana ekmiştim. Karı koca deli gibi çalıştığımız yıllar. Bir tarla lahana ektik. Tek tek topladıktan sonra kestik, çuvallara doldurduk. Koca çuvallar, karımla birlikte yükledik dört traktör lahana. Traktörlerle getirip kamyonlara yükledik bu sefer yine karımla sadece ikimiz. Sonuçta nakliyeciye borçlu kaldık üstüne. Para kazanamadığımız gibi zarar da ettik o yıl lahanadan.
Çalışmak, üretmek güzel. Sezon başlamadan aylarca düşünüyorsun, ne ekerim, nasıl pazarlarım? Planlıyorsun, ekip dikiyorsun, çalışıyor, hakkını veriyorsun mesleğinin. Bir yıl gözün gibi bakıyorsun malına, bahçeden çıkmıyorsun sezon gelince geceli gündüzlü. Sezon sonu ürünü kaldırdıktan sonra cebinde para varsa keyifle tamamlıyorsun sezonu, zarar ettiysen ne olacak, küsüyorsun mesleğine de.
Pazara giden yol zahmetlidir, zahmetli.”